Prof Dr Zafer KARAER KÖKLERİM
Yazı Detayı
09 Kasım 2021 - Salı 07:34
 
KÖKLERİM
Prof Dr Zafer KARAER
yalvacfm@hotmail.com
 
 
Değerli Okur,
 
      Bu yazımı Yalvaçlı mısınız? Nerelisiniz? sorularına karşılık yeşerdiğimiz kökleri, aslımızı, asaletimizi Siz okurlarıma tanıtmak amacıyla yazıp, paylaşmak istedim.. Selam sevgi ve saygılarımla.. Zafer KARAER   
 
KÖKLERİM 
(1820-∞)
 
     "Hayatınızın en önemli iki günü; doğduğunuz gün ve neden doğduğunuzu anladığınız gündür."
 
      Yalvaç Nüfus Müdürlüğündeki kayıtlara göre; Aile kök tarihimizin 1820-1870 yılları arasında yaşamış olan Abdullah dedemiz ve Şerife babaannemizle Isparta İli Yalvaç İlçesi Kaşhacıbey Mahallesi, bugün Hacı Abdurrahman Sokak olan, o günlerde Kuru Daracığı olarak anılan, çıkmaz sokakta, 7 numaralı, hayatlı, hanaylı, köşklü kerpiçten yapılmış, alt katta hayata açılan ahır ve yem, erzak deposu olarak kullanılan 2 oda, tahta merdivenle çıkılan ikinci katta hanaya açılan yatmak ve oturmak için kullanılan 3 odaya sahip iki katlı tipik Yalvaç evinde başladığı görülür. 1960’lı yılların sonunda satılan ata evimiz bugün eski halinden çok uzak tadilata uğramış, kısmen betonlaşmış bir vaziyette ayakta ve halen içinde yaşamını sürdürenler var.. İşte, bilinen 200 yıllık tarihi ile köklerimizin, atalarımızın yaşadığı ve neslimizin yeşerdiği, hikayemizin başlangıç yeri ATA EVİMİZ.. 
 
      Bilinen 2 asırlık kök tarihimizin son 70 yılını yaşamış biri olarak, elde yazılı bir kayıt olmadığından, babam ve annemin anlattıkları ve amcam Hidayet’in yine dedemin anlatımlarına bağlı olarak yazdığı özgeçmişinden edindiğim  bilgilerle, kısaca anlatmaya çalışayım.. Dedemiz Abdullah (Şerife babaannemiz), oğlu Salih (Fadime babaannemiz) dedemiz ve torunu Abdülkadir (Hafize ve Lütfiye babaannelerimiz) dedemiz üç kuşak hoca olarak, geçimlerini sağladıkları, özellikle Abdullah dedemizin din eğitimi verdiği, medrese hocalığı yaptığı, yani müderris olduğu, derin din düşünürü mütefekkir olduğu, hatta bir rivayete göre; o tarihlerde memleket çekirge istilası yüzünden kıtlığın eşiğine geldiği bir anda, Abdullah dedemizin dualarla sığırcıkları beraberinde getirdiği ve Yalvaç’ı çekirge istilasından kurtardığından söz edilir. Ayrıca yine kendisinin mezarının Yalvaç’ta olmadığı, hacca giderek, orada vefat ettiği bir diğer söylentidir. Salih dedemiz hakkında çok fazla bilgi bulunmadığı, ancak babası gibi medrese hocası müderris olduğu, Fadime babaanne ile 1840-1900’li yıllar arasında yaşadıkları, 2 kız 1 erkek çocuklarının olduğu, hatta ailenin tanınma lakabı olarak Hocazadelerin yanı sıra, kendi ismine bağlı olarak Salih hocalar da dendiği bilinir. Kuşku mezarlığında net olarak hatırlayamamakla birlikte, koca bir çınar veya ceviz ağacı altındaki mezarını ve yanındaki babamın annesi Hafize babaannemin mezarını çocukken bir kaç kez babamla ziyaret etmiştik, ancak bugün bizlere haber vermeden, mezarlık içinden geçen yollarla birlikte mezarları yok edilmiştir. 
     Salih dedemin tek oğlu Abdülkadir dedem (1888-1945) daha çok vaaz hocası olarak kendini yetiştirmiş ve çok derin din bilgisine sahip olduğu için müftülük kanalıyla görevlendirildiği köylerde ve ilçe camilerinde dini vaazlar vererek yaşamını sürdürmüş, geçimini temin etmiştir. Bu kadar köklü okumuş, o zaman şartlarına göre kendini yetiştirmiş, müderris, hoca vasıflarını kazanmış bir geçmişimizin, maalesef günümüze ulaşmış, hiçbir yazılı belge, bilgi bulunmaması bizim için büyük kayıptır. Sadece Hidayet amcamın, dedemin yazılı vaaz notlarını, bir kısmı babası Salih ve dedesi Abdullah’tan intikal etmiş olabilecek dini bilgileri de içeren kâğıtları, zaman şartlarına göre kesekâğıdı yapıp sattığı ile ilgili bilgi vardır (Hidayet KARAER Öz Geçmişinden).. Bu bilgi dışında ne bir belge ne de farklı bir bilgi var..
      Bu noktada; bilinen geçmiş 3 neslimize baktığımızda, ortak paydalarının hoca olmaları, bilhassa Abdullah dedemin medrese müderrisi olması, onlardan öncekilerin de hoca olabilecekleri ihtimalini kuvvetlendirir.. Bu noktada yukarıda kısmen lakap olarak bahsettiğimiz gibi, aileler lakapları ile tanınıyorlardı.. Buna göre farklı zamanlarda yaşayan aile büyüklerimize göre; lakaplar, Hocazadeler, Salih hocalar, Kadir hocalar olarak değişerek ailemiz tanınmış… Bu durum Cumhuriyetimizin meclisinde 21 Haziran 1934’de kabul edilen ve 2 Temmuz 1934’de yürürlüğe giren soyadı kanununa kadar devam etmiş. Bu kanunla (Madde 1 – Her Türk öz adından başka soyadını da taşımağa mecburdur.); ailelere lakap yerine soyadı mecburiyeti getirilmiş, yine  soyadı alırken; bu yasayı takiben 26 Kasım’da çıkarılan 2590 sayılı kanunla soyadı olarak; "ağa", "hacı", "hafız", "hoca", "efendi", "bey", "beyefendi", "hanım", "hanımefendi", "paşa", "hazret" gibi unvan ve lakapların kullanılması yasaklanmış, bu yüzden bizim ailede o zamana kadar lakap olarak kullanılan “hoca” dan vaz geçmiş; yerine Kadir dedemin ten rengine bağlı olarak, halk arasında Kadir hoca dışında, Kara Kadir olarak ta anıldığından; dedem “Kara’yı” soyadı olarak kullanmak istemiş, ancak yalnız başına Kara’nın sıfat olarak çok anlamlı olmayacağını düşünmüş olacak ki; soyadının kişilik ve kimlik ile birlikte, Türk kültürü bakımından çok önemli olan kahramanlık ifadesini kazanması adına Kara’ya,  “er” ekleyip, Karaer olmasının saygın ve uygun olacağı kanaatiyle; soyadımızın KARAER olmasına karar vermiş olabileceğini düşünüyorum.. 
      Salih dedemin tek oğlu Abdülkadir dedem (1888-1945), Hafize babaannemle (1890-1922) evlendikleri senenin ikinci yılında dedem 26, babaannem 23 yaşında iken 1914 yılında babam Abdullah doğar.. Bu esnada birinci Dünya Savaşı patlak verir, Osmanlı başta Çanakkale olmak üzere doğuda, batıda güneyde birçok cephede savaşır; dedem de din hocası olduğundan, 1915’de askere subay olarak alınır, Bağdat ve Basra cephelerinde savaşır; bilinen en kanlı savaşlardan biri olan Kütülamare savaşına katılır, İngilizlere esir düşer, yıllarca Hindistan’da esir kampında kaldıktan sonra, yurda döner, aradan tam 7 sene geçmiştir.. O yıllarda Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK komutasında yapılan İstiklal savaşı kazanılmış ve Türkiye Cumhuriyeti doğma yolundadır.. Tabii ki, zor yıllar, sancılı yıllar, küllerinden yeni bir devlet, yeni bir millet ve yeni bir cumhuriyetti doğan.. Bu arada askere giderken doğan oğlu Abdullah (babam), 8 yaşına gelmiş; Babam:7-8 senedir görmediği babasını ilk gördüğünde çok şaşırdığını, hatta annesine: dedemin deri rengi bayağı esmer olduğu için, bu kara adamın evimizde ne işi var diye, evde istemediğini, ancak bir süre sonra babası olarak kabul ettiğini anlatırdı.. Hafize babaannem Yalvaç’ın eşraflarından, Bekmezci ailesinden güzel, mavi-yeşil karışımı gözlü, dedemin aksine yöresel lisanla akça-pakça bir kadınmış, babam beyaz teni ve göz rengi ile annesine benzer olduğunu söylerdi.. Dedem askerden döndükten 1 yıl sonra, babaannem ikinci çocuğunun doğumu esnasında bebeğiyle birlikte hayatını kaybeder.. Babam tam babasını bulduğu anda; annesini kaybetmesi, kim bilir? Küçücük bedeninde, zihninde ne kadar travma yaratmıştır. Babaannem öldükten sonra, çok fazla vakit kaybetmeden dedem kendisinden 18 yaş küçük Lütfiye babaannemle (1906-1990) evlenmiş.. Babam hem ailedeki bu yeni yapılanma, hem de Çanakkale ve İstiklal Savaşlarından sonra ülkedeki yeni yapılanmaya bağlı olarak, tüm olumsuzlukların hakim olduğu bir ortamda başlamış olduğu zor çocukluk döneminde, henüz onlu yaşların başında, okuldan alınıp, meslek olarak sürdürdüğü berber çıraklığına verilmiş, 1925’de ilk kardeşi Salih amcam ve bir yıl sonra ikinci kardeşi Hidayet amcam doğmuş, ailede nüfus artmış, haliyle babamın üzerinden ilgi de azalmış, Salih amcam ve Hidayet amcama, 1930 yılında Halise halam, 1932 yılında Nafiz amcam, 1934 yılında Fadime halam, 1941’de babamla evlenen annem Kamile ve son olarak 1944’te Emine halamın aileye katıldığı görülür. Bir yıl sonra dedem 1945’te vefat eder.. O anda; babam 31 yaşında evli, Salih amcam askerde bekâr, Hidayet amcam İstanbul’da tahsilde, Halise Halam 15, Nafiz amcam 13, Fadime halam 11 ve Emine halam 1 yaşında…  
      İşte bu halde iken, 1947’de Ankara’ya göç edilir.. Ankara’da meşakkatli çok zor günler yaşanır.. Fakat bugün gelinen noktada; bütün yaşanan zor günlere rağmen, bizlerin bugünlere gelmemizi sağladığını düşünürsek, göçün ne kadar önemli ve yararlı bir karar olduğunu,. Vesile olanlara ne kadar teşekkür etsek azdır.. (Bu konuyla ilgili ayrıntılı bilgi otobiyografimde var)  
       Ankara’da zamanla her kes iş eş ve aş bulmuş, bir şekilde acı tatlı günlerle yaşamını sürdürmüş.. Tabii bu arada hayatın acımasız yönleriyle de tanışılmış; Babam Abdullah 1971, Fadime halam 1971, Lütfiye Babaannem 1990 yılında, Nafiz amcam 1999, Hidayet amcam 2000, Annem 2007 (Ankara’ya göç edenler arasında olduğu için),  Salih amcam 2014’te Ankara’da hayata gözlerini yumarlar.. Abdulkadir dedem, ilk eşi Hafize babaannem ve Annem Kamile’nin mezarları Yalvaç Kaş Mahalle Mezarlığında, Babam Abdullah, Fadime Halam ve Lütfiye Babaannemin mezarları Ankara Cebeci Asri; Amcalarımın mezarları ise Ankara Karşıyaka Mezarlığındadır.. Bu vesile ile onlara ve tüm geçmişimize Allah rahmet eylesin, mekanları cennet, makamları Âlî olsun, nurlar içerisinde yatsınlar.. Bugün Ankara’ya göç edenlerden hayatta olan Halise ve Emine halama da sağlıklı uzun ömürler diliyorum..
      …Ve bugün hayatta olan en büyüğünden en küçüğüne kadar tüm KARAER kökenli Aile fertlerine ayrı ayrı en içten sevgi ve muhabbetlerimi, büyüklerime ayrıca saygılarımı da sunuyor, sevdikleri ile birlikte sağlıklı, mutlu, huzurlu, güzellik ve iyilikler içerisinde günler, yıllar diliyorum.. 
      İşte bizim Aile!!
       Selam Sevgi ve saygılarımla.. Zafer KARER  
 
 
        
   KAŞHACIBEY MAHALLESİNDE ATA EVİMİZ 
 
 
NOT: Yalvaç Adresim: Zafer Mahallesi Milli Egemenlik Caddesi 7 E Daire No:3..  Halen Yalvaç’tayım.. 
 
 
 
 
Etiketler: KÖKLERİM,
Yorumlar
Haber Yazılımı